VERDİKLERİMİZ VE ALDIKLARIMIZ ( 15 Eylul ve 22 Eylul 1995)

Bizim sahip olduğumuz hayat, hep ağzımızdan çıkan sözlerin ve davranışların bir sonucudur. Etkitepki prensibine göre, bizler dışarıya ne verirsek bize aynen geri gelir. Dışarıya sevgi, saygı, kibar ve uygar bir davranış verirsek, bizlere de diğerlerinden hep sevgi, saygı, kibar ve uygar davranış gelir. Eğer başkalarını eleştirirsek, bizler de eleştiri alırız. Bizlerin dışarıya yansıttığı olumlu veya olumsuz her davranış, hep iç dünyamızın bir yansımasıdır. Eğer bir kişi, ilk önce dışardaki aksaklıkları budayıp eksiklikleri giderebilirse, o kişiden, diğerlerine karşı hep olumlu davranışlar çıkacaktır. Bunlar, tıpkı bir zincirleme reaksiyon gibi veya al gülüm, ver gülüm gibi, bir olumlu davranışlar kümesi oluşturacaktır. Böyle bir ortamda, kişiler birbirlerini daha yakın hissederler ve birlik ve bereberlik içinde olurlar, bi kişiler daha mutlu ve başarılı olurlar. Çocuklar mutlu bir ortamda yetişecekleri için, ilerdeki hayatlarında girişimçi, kendine güven duyan, kendini seven, insanları seven bir kişiliğe sahip olurlar. Bu da çocuklarımızın daha başarılı olmalrını sağlar.

Avustralya’daki yaşantımıza şöyle bir bakalım. Electrik kesilmesi yok, 24 saat evimizde sıcak ve soğuk suyumuz var, her yer tertemiz, trafik düzenli, herkes her türlü yiyecek ve giyeceğini alabiliyor. Dünyanın değişik yerlerinde olduğu gibi, savaş içinde de değiliz. Eğer ben, her sabah dışarı çıkmadan önce traş olmaya veya yıkanıp tertemiz giyinmeye üşeniyorsam ve gün boyu karşımdakilerden de beklediğim sıcak ilgiyi göremiyorsam, hatalı olan karşı taraf mı? Eee, sabahları üzerime öyle bir miskinlik çöküyor ki, insanın canı hiçbirşey istemiyor gibi düşünebilirsiniz. Eğer öyle düşünüyorsak, biz zaten kendimizi miskin bir günde yaşayacağız diye şartlandırmış olmuyor muyuz? Böyle bir şartlanma ile başlayacağımız günden zaten hayır gelmez. Bunun tersi olarak “NE GÜZEL BİR GÜN, BUGÜN MUTLU VE BAŞARILI OLMAK BENİM ELİMDE VE BUNU DA SAĞLAYABİLİRİM” gibisinden güzel umut dolu düşünceler ile güne başlarsak, karşılaştığınız insanların daha önceden düşündüğünüz kadar kötü olmakdıklarını göreceksiniz. Gününüz bir daha mutlu ve hoş geçecektir. Kendi mutluluğumuzu ve başarımızı gördükçe “BUNLARI HEP BEN YATIM” diye düşünebileceğimiz için, kendimize güvenimiz bir daha artacaktır. Sevgi, daha çok sevgi; mutluluk, daha çok mutluluk; başarı, daha çok başarı getirecektir. Belkide atalarımız “PARA PARAYI ÇEKER” demekle bunu kasdetmiş olabilirler. Buradan şunu söyleyebiliriz; mutlu veya mutsuz, fakir veya zengin, başarılı veya başarısız olmamızı başkaları değil, düşünce ve davranışlarımızla kendimiz yaratırız.

Bunları hepimizin karşılaşabileceği örneklerle açıklamaya çalışalım. Eve gelen bir misafirin çocuğunu, “Aaa sen ne kadar büyümüşsun, bu elbise sana çok yakışmış” diye çocuğun gönlünü alıp arada sıcak ilişkiler oluşturmak isteyebiliriz. Bu çok güzel bir alışkanlık ve davranıştır. Peki kendi çocuğumuz, yeni bir şey giydiğinde aynı güzel sözlerle mi, yoksa “Düğmeni eğri vurmuşsun, gömleğçini pantolonunun içine iyice koyamamışsın” gibi tenkit edecek sözler, kendi çocuğumuzun da hakkı değil mi? O halde neden, önce güzelliklerle konuşmuyoruz. Eksiklikleri, nasıl olsa kendi farkına vardığı zaman düzeltecektir. İsterseniz kendimizi test edebiliriz. Bir günde veya bir haftada kendi çocuğumuzu kaç defa tenkit ettik, kaç defa takdir ettik. Çocuk, her şeyi bizim yaptığımız kadar eksiksiz yapamaz. Eğer, kendi yapabileceğimiz doğruların düzeyinde beklentiler ile çocuklarımızı tenkit ediyorsak bu yanlıştır. Eğer, bir hafta boyunca çocuğumuza verdiğimiz tenkitler takdirlerden fazla ise, isterseniz oturup bir düşünelim. Her çocuk, anne ve babasının çok sever, onların sevgi ve güvenini hep kazanmak ister. Eğer çocuklarımız, bizlerden uzaklaşıyorsa, bu onların kötü oldularını göstermez, bu, bizim davranışlarımızın bir sonucu olabilir. Çocuklarımızdan güzel sözleri ve takdirleri esirgemeyelim. Çünkü çocuklar, kendine güveni, bizlerden aldıkları sevgi ve takdirler ile kazanırlar.

Peki, eşlerimize ve aynı dil ve kültüre sahip olan diğer toplum fertlerine verdiklerimiz ve onlardan aldıklarımız nelerdir.

Bir zamanlar karşılıklı olarak, hatalarımızı göremediğimiz ve hep birbirimize güzel sözler söylediğimiz eşlerimizin belirli bir zaman sonra bazı davranışları bizlere batmaya başlayabilir. Bugün için eşimizden değiştirmesini istediğimiz bazı alışkanlıkları belki de ilk karşılaştığımızda da var idi. Ama o zamanlar, görmek istediklerimiz, yani düşüncelerimizde oluşturduğumuz iç temsilimiz, bu alışkanlıkarı önemsiz saydığı için, bizleri bu günkü kadar rahatsız etmemiş olabilir. Aslında, değişen eşlerimizin davranışları değildir. Değişen, kendi düşüncelerimizde oluşturduğumuz iç temsillerdir. Kendi içimizde yarattığımız iç temsiller, bizlerin, dışarda gelişen olay, iç temsilimizin yarattığı beklentileri tatmin edemiyorsa, işte o zaman huzursuzluğumuz başlamıştır. Genellikle kişiler, huzursuzluğun nedenini birbirlerine yüklemek isterler. Tıpkı, bir öğrencinin 10 üzerinden 9 alınca, “Ben 9 aldım” veya 10 üzerinden 3 alınca “Öğretmen baba 3 verdi” demesi gibidir. Bu, karşımızdaki kişi eşimiz, çocuğumu, anne veya davranış, karşımızdakileri hırpalayabilir. Bu hırpalanmaların çoğalması ise, ilişkilerin kopmasına yol açabilir. Genellikle böyle durumlarda, her iki taraf da, kendine göre haklıdır, karşı taraf ise haksızdır. Kendini haklı görebilmek bir insan tabiatıdır.

Peki, ilişkilerimizin bozulmasına neden olabilecek olan böyle olumsuz gelişmeleri iyi yönde gelişecek şekilde değiştiremez miyiz? Evet, istersek değiştirebiliriz. Bunun birçok yolları vardır. Herkesin, her yaşta uygulayabileceği bir yolu, yani iç temsillerimizi değiştirecek olayara yaklaşmamızı, örnekle inceleyelim. Diyelim ki çocuğunuzun yaptığı bir davranış sizi çok üzdü ve onu mutlaka haşlamanış gerektiğine inanıyorsunuz. Eğer, bu kızgınlık içinde çocuğunuzla hemen konuşacak olursanız, söz ve davranışların kontrolünü sağlamak zor olabilir. Belki de amacımıza ulaşamayabiliriz. İsterseniz konuşmaya başlamadan önce, çocuğunuz hakkında beyninizde oluşan öfkeli ve kızgın düşüncelerin yerine çocuğumuz hakkında daha değişik anıları getirebiliriz. Öreneğin; Çocuğunuzu ilk olarak kucağınıza alışınızı düşünün. Küçüçük ellerini, ilk yürümeye başladığını, ilk söylediği sözcüğün sizi ne kadar mutlu ettiğini düşünün. İlk olarak anne veya baba deyişini düşünün. Size ilk gülümsediğinde nasıl da memnun olmuştunuz? İşte, bu güzel düşüncelleri bir kaç defa tekrarlayarak, daha önce var olan öfkeli düşünceler ile yer değiştirdiğimizde, çocuğumuza olan iç temsilimizi değiştirmiş oluruz. Olumlu yönde değiştirilen bu iç temsiller ise, kızgınlığımıza neden olan üzücü olayı, çocuğumuzla konuşacak olursak, onu kırmada istediklerimizi tatlı bir dille anlatma ortamını sağlamış oluruz. Ve çocuğumuzu istediğimiz yöne kanalize edebiliriz.

Eğer isterseniz, bu iç temsillerimizi olumlu yönde diğiştirme yöntemini her yerde, her zaman, diğer kişilerle olumlu iletişim kurabilmek için kullanabiliriz. Örneğin; eşinizin size aldığı ilk hediyeyi, beraber yediğiniz ilk yemeği, ilk defa el ele tutuştuğunuz anı ve bu gibi sizi mutlu eden anıları tekrar tekrar düşünerek eşinize karış olan kızgınlığınızı azaltabilirsiniz. Kızgınlığınız azaldıktan sonra, sorunların çözüü için başlatılacak diyaloglar daha olumlu gelişebilir. Eğer kardeşinize kızgın iseniz, sizi küçükken anne ve babanıza veya okulda diğerlerine karşı nasıl savunduğunu düşünebilirsiniz. Eğer anne veya babanıza kızgin iseniz, sizin elinizden tutup ilk defa okula götürdüğü günü, veya üşümemeniz için ceketini çıkarıp sizi nasıl sardığını düşünebilirsiniz. Daha önce görüştüğünüz fakat şimdi az görüştüğünüz bir tanıdığınızla yeniden diyalog kurmak isterseniz, yine o kişi ile ilgili güzel anıları tekrar düşünerek iç temsillerimizi değiştirebiliriz. Belki de olumlu diyaloglar tekrar başlayabilir.

Bir kapıdan yabancı bir bayanın önden geçmesi için “buyrun” diyebiliyorsanız, bunu eşimize de diyebilmemiz gerekir. Bir bayana arabanın kapısını açıyorsanız, bunu eşimize de yapabilmemiz gerekir. Bütün bunlar, birer uygar davranıştır. Evimize gelen bir yabancı misafir ile, karşı fikirde olduğunuzu hissettiğinizde, yabancının olabilirsin” diyerek uygar bir davranış biçimi ortaya koyabiliyorsak, bunu kendi toplum üyelerimize de uygulayabiliriz. Yabancılara gösterdiğimiz saygılı davranışları, kendi aile fertlerimizden ve toplum üyelerimizden esirgemeyelim.

Verdiklerimiz ve aldıklarımızla ilgili olarak başımdan geçen bir izninizle aktarayım. Bir defasında, hazır yemekler satan bir Türk iş yerine öğle yemeğimi almak için girmiştim. Hayli kalabalık idi. Bana sıra geldiğinde “Abi, sen yabancı değilsin” diyerek benden sonra gelenlere servis yapılmıştı. Ben de hiç bir şey demenden dükkan sahibi tarafından verilen sıramı bekl;emiştim. Sonunda ben de yemeğimi aldım. Öneme zamanı yarı fiyatı ödeyince “Abi bir bu kadar daha vereceksin, fayatı bu” demişti. Ben ise “Ben yabancı değilim” diyerek ayrılmıştım, zorunlu omadığım sürece de oraya uğramamıştım.

Eğer bizler “Bizden biri hier nazımızı çeker” diye kendi aile fertlerimizden ve toplu üyelerimizden kibar ve uygar davranışlar esirger isek, bizler de yarım ilgi görebiliriz. Böyle davranışlar ise gerek aile gerek toplum içinde bütünleşmeyi ve kaynaşmayı yavaşlatabilir.

No comments: