HOŞGÖRŰ ( 7 Nisan 1995)

Daha önceki sayilamizda da belirtiğimiz gibi, Türkiye’nin önerisi ile 1995 yılı BM tarafından “Hoşgörü Yılı” ilan edildi. Avustralya’da yaşayan bizler de karşılıklı olarak hatalarımızı hoşgörüyle karşılayabilirsek, toplum olarak birbirimize kaynaşmamız daha çok sağlanır. Ayrıca, olaylara ve kişilere hoşgörüyle bakma alışkanlığımızı geliştirebilirsek, daha az sinirleniriz, kendimize ve çevremize huzur sağlarız. Bu gibi olumlu davranışlar, yetişen çocuklarımıza da örnek olur. Onlar da birbirlerini daha çok sevmeye alışırlar ve önemli günlerde daha çok bir araya gelebilirler. Örneğin, dünyada ilk defa çocuk bayramı, bizim ülkemizde ilan edilmiştir. Űmit ederim, biz yetişkin kişiler karşılıklı olarak birbirimizi affedip çocuklarımıza ait olan 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı birlikte kutlayabilmek, daha çok katılın sağlar. Bundan da hepimiz memenun oluruz.

Hepimiz Anadolu’dan kalkıp bu uzak ülkeye gelmiş bulunuyoruz ve yaşam mücadelesi veriyoruz. Tabiiki bu kolay olmayan bir iş, fakat bunları başardık. Ev, araba, iş sahibi olduk. Ulkemizde bulamadığımız imkanları burada bulduk. Geleceğe ümitle bakan çocuklar yetiştiriyoruz. Bir çoğumuz, belki de bir valiz ve birkaç dolarla buraya geldik. Bugün, toplum olarak geldiğimiz nokta, küçümsenecek gibi değil. Bunu bizler, içimizde olan azim ve “kendimize güven” ile gerçekleştirdik. Dini, dili, kültürü farklı bir ülkede, kendi adet ve göreneklerimizi kaybetmeden tutunacak bir yer bulduk. Bu bizim yaptığımızı, kaç tane Avustralya’lı yapabilir? Tabii ki çok azı yapabilir. Bu, bizlerde var olan yetenegin bir ifadesider. Bütün bunlar gösteriyorki bizler, zeki ve çalışkan kişileriz.

Bu ülkeye göçmen olarak gelen herkesin üzerinde, burada yetişip büyüyenlerden çok daha fazla baskı vardır. Bu baskılar; dil, kültür, çevre farklılığı, ana yurdundan, anne baba ve akrabalardan uzak olanın verdiği sıkıntılar veya beklentilerimizin gerçekleşımemesi, etrafımızda gelişen olayların bir parcası olamama, dilimiz yetmediği gibi, takip edemememiz gibi nedenler olabilir. Bütün bu baskılara rağmen, toplum olarak geldiğimiz nokta küçüsenemez.

Űzerimizdeki bu baskılar, doğal olarak bizlere bir takımm sıkıntılar verecektir. Bu sıkıntılarımız, zaman zaman diğer toplum faaliyetlerine yansıyacaktır. İnsan, sıkıntılarının acısını en yakınından çıkarmaya çalışır. Çünkü, onun anlayacağına inanır. Tıpkı, işinde sıkıntısı olan birinin, acısını diğer aile fertlerinden çıkardığı gibi.

Aslında, zaman zaman diğerlerini eleştirirken, kötü niyetimiz yoktur. Ama, karşımızdaki de sıkıntı içinde ise, işte o zaman gerginlik başlayabilir. Hemen kalkanlarımızı hazırlayıp savunmaya geçeriz. Daha sonra da karşı atağa hazırlanırız.

Hepimizin bildiği gibi bu tatsız suçlamalar, hiç bir gruba fayda sağlamaz. Sadece enerjimizin ve vaktimizin boş geçmesine neden olur. Halbuki, olaylara ve karşı fikirlere hoşgörü, anlayış ve soğukkanlı olarak yaklaşabilirsek, hem kendimizi sinirlendirmeyiz, hem de karşımızdakileri. Yazık değil mi, beynimize ve vucudumuza verdiğimiz sıkentılara? Onlara eziyet çektiriyoruz? Bu tatsız olaylar için harcayacağımız enerji ve vaktimizi, etrafta neler olup bittiğine ayırabilir, daha faydalı alanlarda kullanabiliriz. Örneğin; Sovyet Blokunun dağılmasından sonra Amerika’daki bir çok silah fabrikası, iflas etmemek için dünya’nın değişik yerlerinde çatışmalar başlatıyorlar veya uzaydan Avustralya’nın fotoğrafını çekerek, tahmini ne kadar buğday üretilebileceğini saptıyorlar ve üretimin durumuna göre, Avustralya’nın pazarını engellemek için, buğday fiyatlarına devlet desteği veriyorlar veya vermiyorlar. Etrafımızda neler olup bittiğini öğrenir ve anlarsak, kendimizi gelecekteki tehlikelerden daha çok koruyabiliriz.

Genelde herkes, aynı fikirde olmaz. Eğer burada, 80 bin toplum üyemiz var ise, 80 bin de değişik fikir vardır. Herkesin bir veya bakışı ve değerlendirmesi, değerlerlerinden farklıdır. Bunu kabul edersek, başkalarına, karşı fikirde diye sinirlenecek bir olay bulamayız. Suçlama ve elestiriyle vaktimizi harcamayız. Karşımızdakiler de aynı şekilde düşünürlerse, düşünce ve olumlu yönde harcayan kişilerin sayıse artmış olur. Bu da toplumumuzu olumlu yönde ilerletecek gelişmelerin, sayısının artmasını sağlar. Hepimizin bildiği gibi “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”.

Birbirmize daha çok yaklaşabilmek ve hoşgörü alışkanlığımızı geliştirebilmek için, kendimize bir takım sorular sorabiliriz. Örneğin;
1. Dili, kültürü yabancı Avustralya’lı ile el şıkışıp aynı masada oturabiliyorsak, neden bunu, aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip, yalnızca karşı fikirde diye, kendi toplum üyelerimizle yapamıyoruz?

2. Hiç te sevediğimiz biriyle, batan gemiden kurtulan yanlız iki kişi olsak ve okyanusta bir salın üzerinde bulunsak, karaya çıkmak için birlikte çalışır mıyız?

3. Bizim için önemli bir toplantıya gideceğimizde, sevmediğimiz ve karşı fikirde olan birinin de geleceğini öğrensek, o toplantıya gitmekten vazgeçer miyiz?

4. Fikrimizi, haklılığımızı ve üstünlüğümüzü kabul ettirebilmek için yaptığımız kıyasıya tartışmaların sonunda, gerçekten üstünlüğümüz kabul edilmiş olur mu veya daha önce bildiklerimizden daha çok mu öğrenmiş oluruz?

5. Lotodan bir milyon çıksa, daha önce yaptığımız hararetli tartışmaları hala yaparmıyız?

6. Parasal sorunlarını çözmüş iki kişinin “sen haksızsın, ben haklıyım” diye tartıştığını, kaç defa gördük?

Haftaya görüşmek dileğiyle saygılarımla.

KAYNAK:

Success through a positive mental attitude “ by Napoleon Hill and WC Stone

No comments: