NELER BEKLEDİK, NELER BULDUK? (2 Haziran 1995)

Biz Auvustralya’ya ne için geldik ? İyi bir yaşantı veya kısa zamanda çok ve çabuk para biriktirip tekrar yurda dönmek veya çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamak veya buna benzer nedenlerden dolayı bir çoğumuz kilometrelerce uzaklara geldik. Sanırım çok azımız, Kraliçe’nin işsizlik parası ile zor geçinmek için buralara geldi.

Amaçlarına ulaşan kişilerimiz olduğu gibi, ulaşamıyanlarımız da vardır. Eğer ulaşamadıysak, isterseniz kendimize bir kaç, soru soralım. Amaçlarımız ne idi? Bu amaçlara ulaşabilmek için ne gibi çabalar gösterebildik? Ne gibi eksikliklerimiz veya yanlışlarımız olduğunu öğrendik. Bunları giderbilmek için ne gibi çalışmalar ve araştırmalar yaptık? Eğer yeteneklerimiz yeterli değil ise, geliştirmek için etnik toplumlara sağlanan olanaklardan ne dadar yararlanabildik? Çevreye uyum sağlayabilmek ve kendimizi daha çok geliştirmek için neler öğrendik?

Daha önceki sayılarda da belirttiğimiz gibi, insan beyni çok güçlüdür. Yerinde ve doğru hedefleri saptayıp, onun üzerinde yılmadan, usanmadan çalışırsak mutlaka amaçlarımıza ulaşabiliriz. Bunu beynimizin gücü ile başarabiliriz. EVET bu güç kendimizde var, yeterki onu gerektiği gibi kullanabilelim.

Beklentileri gerçekleşmeyen kişi huzursuz, alıngan, suçlayıcı, kırıcı olabilir. Etrafında gelişen olayları daha doğru algılama özelliği azalır. Hataları genellikle en yakınında aramaya çalışır. Hatta farkında olmadan en yakınlarını bile kırabilir. Bunu daha iyi açıklayabilmek için kendimize bir soralım. Bizlerden önce gelop bizim yerleşmemize yarsımcı olmaya çalışan bir aile ile veya yerleşmesine yarsımçi lolmaya çalıştığımız, bizden sonra gelen bir aile ile dostluğumuz hala, ilk sıcaklığı gibi devam ediyor mu? Eğer devam etmiyor ve araya birtakım suçlamalar girmiş ise, burada gerçek suçlu kim? Bu gerçekleşemiyeceğini anladığımız beklentilerimiz olabilir mi? Zaman zaman eşimize veya çocuklarımıza bağırmamızın nedenlerini düşünelim. Bizi sinirlendirdiğini sandığımız ve karşımızdakine bağırmamıza neden olan olay, aslında büyütüldüğü kadar önemli değildir. Bunun asıl nedeni, beynimizde var olan ve bizi yiyip bitiren ve bir türlü sonuca bağlıyamadığımız bir düşünce olabilir. Sinirlenmemize neden gösterdiğimiz olayın benzeri, daha önce de oluşmuş, fakat bizi bu kadar sinirlendirmemiştir. Çünkü o anda iyi bir ruh hali içinde olmuş olabiliriz. Pekiyi, haksız yere çocuklarımıze ve eşlerimizi hırpalamaya değer mi? Bu, onların hakkı mı? Neyin suçunu, kim çekti? Daha değişik bir örnek verelim. {cretinin azlığından dolayı patronuna kızan ve onu cezalandırmak için çürük ev yapan bir ustayı düşünelim. Bu yapılan evi, kendisi gibi zorlukla para biriktiren biri alıyor. Evin çürük yapılmasının cızasını çeken patron mu, yoksa evi alan mı?

Belki de burada yaşayan bizler, zaman zaman sadece bizler ile aynı görüşte olmadıkları için, kendi toplum üyelerimize kızıp, düşüncelerini ve yaptıklarını olumsuz yönde eleştirerek, zaman harçıyor olabiliriz. Eğer öyleyse, bu, bizim buralara geliş amaçarımızdan biri mi idi? Eğer değilse, neden böyle yapmak ihtiyacını hissettik? Acaba, bu da, gerçekleşmeyen beklentilerin acısını en yakınımızdan çıkarma duygusu olabilir mi?

Eğer, diğer toplum üyerimiz de, bizim davrandığımız gibi davranırsa, yazık değil mi bu harcanan zamana ve enerjiye? Eğer beklentilerimiz gerçekleşmediyse, bu beklentiler yanlış olamaz mı? Bu düşünceler, bizde nasıl oluştu? Buralara gelmeden önce Avustralya’dan Türkiye’ye gelenler; yalnız Avustralya’nın güzelliklerini, yani işsizlik parasından, bedava sağlık hizmetinden, her yerin yemyeşil ver tertemiz oluşundan, trafiğin düzenliliğinden ve insanların hep güler yüzlü olduğundan mı bahsetti. Madalyonun öbür yüzünden, yani ne gibi konularda mutsuz olabileceklerinden gerektiği gibi ilgilenmez isek çocuklarımızın, iki kültür arasında zorluk çekeceklerinden hiç mi bahsetmediler? Pekiyi, biz Türkiye’ye gezmeye gittiğimizde, buradan nasıl bahsediyoruz? Madalyonun her iki yüzünden de bahsediyor muyuz? Yoksa, diğerlerinden daha iyi durumda olduğumuzu ispatlayabilmek için, hep güzelliklerini mi anlatıyoruz?

No comments: