SEVGİ VE ŞEVKATİ İLETEBİLME (24 Mart ve 31 Mart 1995)

Dünya da sevgi ve şefkate ihtiyacı olmayan hiç bir insan yoktur. Beklediği sevgi ve şefkati bulan kişi, aile ve iş hayatında daha başarılı olur ve diğer kişiler ile daha sağlıklı bir iletişim ve kaynaşma içinde olur.

Bizim başkalarına verebileceğimiz sevgi ve şefkat, yüreğimizde vardır. Verebildiğimiz sürece, daha da çoğalır. Bu içimizde var olan sevgi ve şefkati, başkalarına verebilmek için gece gündüz çalışmamıza veya geceleri uykusuz kalmamıza veya para harcamamıza gerek yoktur. Ama nedense, karşımızdakileri mutlu kılabilecek bu verme işini, bazen ihmal ederiz. Bu ihmalin nedenleri, beynimizde daha önceden programladığımız değerler veya bağımlılıklar veya alıskanlıklar veya gereğine inanmamak veya vakit bulamayışımız gibi bir sürü nedenlerdir.

Yaşlı birine göstereceğimiz sevgi, saygı ve şefkat, onları mutlu yapar. Birilerinin mutlu olduğunu görmek, sizi sevindirmez mi? Diğer taraftan sevgi, saygı ve şefkat ile, yaşlı anne babalarımızın gönlünü almak, onları mutlu etmek evlattan bekledikleri en güzel bir davranıştır.

Ağır çalışma koşulları ve yorgunluktan dolayı bazen, eşlerimize beslediğimiz sevgi ve şefkati de gerektiği gibi gösteremeyiz. Eşlerimize sevgi ve şefkatimizi iletebilemiz, aile bağlarının daha sağlam olmasına yardımcı olur. Belki de birçoğumuz, yorgun günün sonunda, akşam bir araya geldiğimizde, kendimizi birer yargıç gibi görüp, karşı tarafı sorgulayarak konuşmaya başlarız. Örneğin “Bugün Ali’ye telefon ettin mi?, Doktordan randevu aldin mı?, Faturaları yatırdın mı? Verdiğim siparişleri aldın mı? “Bu gibi sorularla söze başlamak yerine, daha değişik sözcükler kullanarak da söze başlayabiliriz. Örneğin “Bu günün nasıl geçti? Ne güzel bir gün idi” Hele birinci grupta belirttiğimiz yargılama sorularını, akşam yemeğinden önce yapıyor isek; aç karınına insan, sinirli olduğu için sorularını da düzgün soramaz, cevabını da gerektiği gibi veremez. Sonuçta, birbirimize olan sevgi ve şevkatimizi göstereceğimiz yerde, tartışma ve kavga başlayabilir. Bir arkadaşım, “Biz, akşam evde toplandığımızda, yemekten önce katiyen ciddi konuları açmayız. Aç olduğumuz için sinirli oluyoruz ve gereksiz yere birbiriizi kırıyoruz” demişti. Gerçekten doğru. Ben de denedim, kötü yönde çalışıyor. Aynı ciddi konuları yemeğimizi yedikten sonra, tok karnına tartıştığımızda ise, gülerek ve espriler yaparak sonuca bağladığımız olmuştur.

Doğal olarak her günümüz, beklentilerimiz doğrultusunda gelişmeyebilir. Beklenmedik sıkıntılarımız olabilir. Sinirlendiğimiz konular olabilir. Ama bu sinirliliğin acısını, hiç hir suçu olmayan eşlerimizden çıkarmaya çalışmak, onlara sevgi ve şefkatimizi iletebilmemizi engeller.

Böyle bir durumu, çoğumuzun bildiği eski bir öyku ile açıklayalım. “Adam, işyerinde, patronundan fırça yer, eve gelir, karısı ile kavga eder, sinirlenen anne, kendinden su isteyen çocuğuna ayak altında dolaşıp durma, git başımdan’ diyerek poposuna bir şapıldak indirir, suçsuz yere dayak yiyen çocuk ise, kendi halinde köşede duran sadece süt için miyavlayan kediye bir tekme atar. Burada annenin suçu ne idi? Pekiyi, sadece su isteyen çocuğun ne suçu vardı? Ya kedinin suçu ne idi? Böyle durumlarda huzursuzluğumuzu kontrol ederek, eşlerimizi ve çocuklarımızı gereksiz yere cezalandırmamıza gerek olmiyabilir.

İsterseniz, şimdi de olumlu yönde gelişen başka bir olayın diyaloğuna bakalım. “Adam iş yerinde terfi alır, eve gelir, karısını öper, onu kucaklar, mutlu olan anne, kendisinden su isteyen çocuğuna, onu kucaklayarak suyunu verir, sevgi ve şefkatle dolan çocuk ise aç olan kediye süt verir.

Ya anne, baba olarak, çocuklarımıza gösterebileceğimiz sevgi ve şefkat nerde?

(Bu bölüme haftaya devam edeceğiz).

Haftaya görüşmek dileğiyle, saygılarımla.

SEVGİ VE ŞEVKATİ İLETEBİLME

(Geçen Haftadan Devam)


Geçen hafta eşlerimize yeteri kadar sevgi ve şefkatimizi iletebilenin faydalarına kısaca değinmiştik. Hepimiz geriye doğru bir düşünelim. Evlendiğimiz günü düşünelim, elimizde bugünkü varlığımız olmamasına rağmen, o zaman birbirimize verdiğimiz sözleri hatırlayalım. Sağlıkta ve hastalıkta birbirimize olan sevgi ve şefkatimizi yitirmeyeceğimizi veya bu gibi sözler vermiş olabiliriz. Allah hiç kimsenin başına vermesin, ama eşimizi kaybettiğimiz zaman, arkasından dökeceğimiz göz yaşları, onları geri getiremez. Böyle üzücü durumlarda eşlerimize olan sevgi ve şefkatimizi, bir çoğumuz arkasından ağlayarak dile getiririz. Bu sevgi ve saygıyı, onlar yanımızda iken iletebilirsek, bizlerle daha uzun süre olabilirler.

Bizlerin yetiştiği kural, göreneklerimiz ve kültürümüz çok güzeldir. Ama bugün yabancı bir ülkede yaşantımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Aile dışında çocuklarımızın alacağı kültür, bizim alıştığımızdan bazı konularda çok farkı. Örneğin; bugün 16 yaşına basan birini, hükümet reşit sayarak, işsizlik parası ödemeye başlıyor ve istersen sen kendi hayatını kurabilirsin diyor. Bana göre 16 yaş, bir kişinin kendi hayatını kurabilmesi için cok erkendir. Fakat, 16 yaşına gelen birini, yasal olarak evde tutamazsınız. Bunun bir örneğini geçen günlerde televizyonda gördüm. 17 yaşında Avustralya’lı bir kızın 43 yaşında bir erkekle beraber yaşamaya başlamasına, kızın annesi ve babası itiraz etmişlerdi ve mahkemelik olmuşlardı. Fakat, kızın anne ve babası kazanamamıştı.

Halbuki bizim kültürümüzde çocuklar, evleninceye kadar anne ve babasının yanında kalır. Şartlar böyle olunca çocuklarımızı eve bağlayacak en önemli şey, biz anne ve babaların göstereceği sevgi ve şefkattir. Genelde bu ülkede, evden ayrılan çocuklar, dışarıda daha rahat bir hayat bulacakları için evden ayrılmazlar. Bir arkadaşının ona gösterdiği sevgi ve şefkat, bizimkinden daha kuvvetli oluş olabilir. Evde aradığı sevgi ve şefkati bulammayan çocuklar, bir kurtuluş olarak, dışarı yasantısını seçer. Tabii ki çocuklarımızın belirli bir yaştan veya evlendikten sonra, kendi hayatlarını yaşamaları gerekmektedir. Ama genç yaşta evden ayrılan birinin, başkaları tarfından kandırılması daha kolay olur. Eğer sonuç kötüyse, bu, anne baba olarak veya toplum olarak hepimizi üzer.

Belki de Türkiye’de paramız yoktu fakat, çocuklarımıza vereceğimiz sevgi ve şefkat boldu. Burada paranın peşinde koşmakla, içimizde olan ve çocuklarımızın beklediği sevgi ve şefkati verememiş olabiliriz.

Aile içinde sevgi ve şefkati bulan bir çocuğumuzu, başkaları, kendi çıkarları için, daha zor kandırır. Çünkü sevgi ve şefkate doyan bir kişi, hayata atıldığı zaman, sevgi ve şefkatin peşinden koşmayacaktır. Beynini ve düşüncelerini, hayatını daha iyileştirebilmek için harcayacaktır.

Hepimizin bildiği gibi, mutlu ve başarılı olabilmek için, yeterli beslenme ile sağlam bir vucut, yeterli bilgi ve beceri ile donatılmış bir beyin ve kendine güven, sevgi ve şefkat duygularına doymuş bir kisilige sahip olmak gerekir.

Bu ülkede yaşayan herkesin, yiyecek ile bir sorunu olmayabilir. İsteyen herkes, yeterli çalısmaları yaparak, bilgi ve becerilerini de artırabilir. Sevgi ve şefkate gelince, bu da aile içinde verilebilir. Sevgi ve şefkat ile yetişen biri, hayatta kolay kolay yenilmez. Tıpkı kökleri derine giden bir ağacın, bir çok fırtınaya dayandığı gibi. Eğer bir işimiz yok ve vaktimizin bir kısmını “O ne dedi?” “Bu ne dedi?”, “O neden bana böyle davrandı?”, “O neden beni eleştirdi?” gibi sorularla vaktimizi harcıyorsak, bu vakit ve enerjimize yazık değil mi?” Bu vaktimizi, içimizde var olan servgi ve şefkatimizi çocuklarımıza göstermek için harcayamaz mıyız?.

Belki evin borcunu ödemek, daha çok kazanmak, çocuklarımıza daha çok maddi varlık bırakmak için çok çalışmak zorunda olabiliriz. Bütün bunlara rağmen, çocuklarımıza sevgi ve şefkat göstermeye vakit ayırabilmemiz gerekir. “Çocuğum, sen şimdi biraz büyüme, ben şu borçlarımı ödeyeyim, şunları da alayım, biliyorsun ki bunları senin için yapıyorum. 5 veya 10 yıl sonra seninle ilgileneceğim, sana o zaman bol bol sevgi ve şevkat göstereceğim, yeter ki sen on zamana kadar büyüme” diyebilirmisiniz? Tabii ki hayır. Tıpkı kendi kendine akan suyun yolunu bulduğu gibi, onlarda büyürler ve kendi karakterlerini oluştururlar. Zamanını geçirmeden onlara ayıracak biraz vakit bulup onlara sevgi ve şefkatimizi iletebilip, onları yönlendirirsek, bizim menfaatimize olur.

Kendi başımdan geçen bir olayı anlatayım. Geçen sene 3 hafta boyunca, kurs, ders, uzun saatli çalışma, hafta sonu misafir, düğün, mevlüt derken, hemen hemen çocukla hiç ilgilenemiştik. 4 hafta sonra okulda neler olup bittiğini sorduğumda, pek anlatmak istemedi. Bu 4 haftalık sürede, altına üstüne bakmmıştık, karnını doyurmuştuk ve okula gittiğinde cebine harçlık da koymuştuk ama, ne ben, ne de annesi, onu karşımıza alıp da konuşup, istek ve düşünceleri ile pek ilgilenememiştik. Sonradan öğrendiğimde; verdiğimiz cep harçlığı ile okulda arkadaşlarına içecek alıyormuş. Çocuk, arkadaşlarının kontrolüne girmişti. Bir gün bana “Baba ben tatu yaptıracağım, çünkü David’de var” demişti. “Oğlum ben sevmiyorum, onlar bize göre şeyler değil. Hem sen niye benim verdiğim para ile arkadaşlarına içecek alıyorsun” diye sorduğumda “Siz beni sevmiyorsunuz, siz hep arkadaşlarınızla ilgileniyorsunuz. Fakat David beni seviyor. Onun için tatu yaptırmak istiyorum ve o istediği zaman içecek alıyorum” dedi. Çok şükür zamanında farkına vardık. Benim çocuğum, benden ve annesinden bulamadığı sevgi ve şefkati başkalarından bulmuş ve onların konrolü altına girmiş.

Bir yazar şöyle diyor. “İnsan üç kuşak sonra başladığı yere döner”. Bu ne demektir. Çocukluğu parasızlıkla geçen bir baba, bütün ağırlığı para kazanmaya verir. Çocuklarına sevgi ve şefkati gösterecek zamanı olmaz. Çocuklarını varlık içinde büyütür. Ama çocuklar, parasızlık çekmedikleri için, paranın değerini anlamazlar, özledikleri ise, aileden bulamadıkları ilgi, sevgi ve şefkattir. Bu çocuk, babasının kendine bıraktığı parasal varlığı kullanamaz, çünkü onun için önemli değildir. Anne – babalari tarafindan kendilerine birakilan parasal varliklari aferin alabilme ugruna har vurp savururlar. Hep küçüklüğünde bulmadığı sevgi ve şefkatin peşinde koşarlar. Ellerinde paraları kalmadığı için, çocukları da parasal olarak sıkıntı içinde büyürler, fakat onlara sevgi ve şefkatini iletebilmeyi ihmal etmez. Evet, fakir babanın zengin çocuğu olmuş. Bu zengin çocuk, baba olunca, çocukları fakir olmuştur. Burada anlatılan yalnız bir varsayım. Fakat olması da mümkündür.

Günümüz koşullarında ve gelecekte ilişkilerin çoğu, insanların birbirlerini kullanabilme yeteneğine bağlı olarak gelişmektedir. Çocukluğunda sevgi ve şefkat yetersizliği ile büyüyen çocuklarımız, kendi hayatlarında çoğunlukla sevgi ve şefkatin peşinde koşacakları için, başkaları onları rahatlıkla kullanabilir. Siz anne ve baba olarak, istermisiniz çocuklarınız başkaları tarafından kullanılsın? Mutlaka cevabınız hayırdır. Öyleyse, işimizi gücümüzü aksatmadan onlara vakit ayıralım, onlara sevgi ve şefkatimizi iletebilelim. Eğer şu anda Türk toplumunun burada hakettiği yere gelemediğini düşünenlerimiz varsa, çocuklarına gerekli servgi ve şefkati göstermelidirler. Çünkü, ilerde toplumumuzu hakettiği yere getirecek olanlardır.

Haftaya görüşmek dileğiyle, saygılarımla.

KAYNAK:

Creating Love - John Bradshow

No comments: